Karanlıktır Arka Plan
08:55
Filmler; yaşamı yansıtan -çoğu zaman gerçek dışı olan-
yaşamın kendisidirler. Öyle ki, izlemeye değer görmediğimiz bir filmde bile,
-hatta en fantastik çizgi filmlerde bile- yaşamın kendisini bulabiliriz. İnsan
ya da herhangi bir canlı doğar, büyür ve ölür; tekrar ve tekrar. Böyle işler bu
mekanizma, yaşam denen döngü.
İzlediğimiz bir film iyidir ya da kötüdür-konumuzun güzellik
ya da estetik olmadığı açık-. Yani bir film izlemişizdir ve zerrece yaşamın
kendisini görememişizdir. Evet, olmayabilir, çünkü bakmanız gereken yer
farklıdır görebilmek için yaşamı. Bakmamız gereken yer bambaşkadır da,
bilmediğimiz için es geçeriz. Bir filmde yaşamın ta kendisi olan yer neresidir?
Biraz düşünmeli insan, evet, biraz beklemeli düşünmek için. Tüm filmlerde ortak
olan yere bakmalıyız. Hem de hemen hepsinde aynı şekilde görebiliriz hayatı tüm
uzuvlarıyla. Bir filmde yaşamı görmek istiyorsak sonuna kadar beklemeliyiz.
Çünkü yeni bir yaşam için bir dönemin bitmesi gerekir. Onun başlayabilmesi için
uzun zaman boyunca çekilen acılar vardır. Doğum sancısıdır filmler, en sondaki
hayatı görebilmek için izlenilen.
Birkaçı dışında şu şekilde gerçekleşir; bilmem kaç dakika ya
da kaç saat filmi izledikten sonra, en gereksiz olarak gördüğümüz yer başlar.
Çünkü orası yaşamın öz ve öz kendisidir. Evet, üç aşağı beş yukarı anladınız ne
demek istediğimi. Sonu diyorum, tam filmin son sahnesi bittiği an ekran kararır
ve müzik girer, yeni bir yaşamın başladığını haber vermek için bize. Ancak biz
yaşamdan nefret ettiğimizden midir, yoksa kendi yaşamımızdan başka bir yaşamı
kabul etmediğimizden midir, bilmiyorum. Filmi durdurur ve yalnız izlemişsek
tekrar kendi bencil yaşantımıza döneriz ya da yanımızdakine dönüp
izlediklerimiz hakkında yorumda bulunuruz. İyiydi ya da kötüydü deriz.
Filmin bitip ekranın karardığı ve müziğin başladığı yere geri
dönecek olursak, yeni bir yaşamın o anda başladığını görebiliriz. Simsiyah bir
arka plan üzerine bembeyaz yazılar aşağıdan yukarıya doğru akmaya başlar.
İnadından tersine akan bir ırmak gibi. Önce tek sıra halinde -sırası önemli
olmasa da- yapımcı, yönetmen ve oyuncu isimleri-başrol en başta olmak üzere-
birçok isim akmaya başlar. İsimler yavaş yavaş artarak akmaya devam eder.
Gittikçe çoğalır.
Tıpkı bir yaşam gibidir. Anne ve babamız ve varsa
kardeş(ler)imiz. Sonra isimler çoğalır; akrabalarımız, arkadaşlarımız,
dostlarımız, sevgililerimiz. Derken giderek yüzlerce isim geçer, birçok yere
teşekkür edilir. Birçok özür dilenir bazı filmlerin sonunda, çekim sırasında
verilen rahatsızlıktan dolayıdır belki. İşte bakmaya hiç önem vermediğimiz yer
aslında yaşamdır. Simsiyah bir arka planı vardır ve ekranı aydınlatan bembeyaz
yazılmış isimler. Yazılmaya gerek duyulmayan, akla bile gelmeyen kişiler vardır
belki. Belki de arka plan kadar karanlık oldukları için görmeyiz onların
isimlerini. Belki de bize acı çektirdikleri için koyu renkte yazmışızdır,
isimlerini bile görmek istemediğimiz için. Ama onlar da vardır ve bu yaşamın
bir parçasıdırlar. İsmini, yazmaya bile tenezzül etmediklerimiz ya da
gözükmemesi için ismini koyu renkle yazdıklarımız olmasa, belki film bittiği
şeklinden farklı bir sonla bitecektir. Mutlu sonla biten filmler belki de, ismi
kapkara yazılanlar sayesinde böyledir. Ve yahut onlar hayatımızda oldukları
için çok fazla acı çekmişizdir ve daha çabuk olgunlaşmışızdır ya da
olgunlaşıyoruzdur. Kim bilir, Aksi de doğru olabilir.
Oyuncuları, yönetmeni, konusu, yılı,
ne fark eder ki? Bir filmin en çok takdir alması gereken yeri, yeni bir yaşamın
başladığı yer değil midir?
Şahin BİLGİN
0 yorum