TARİH ÜZERİNE

08:56

 “…insan toplumunun, veya dünya uygarlığının;… o toplumun doğasında gerçekleşen değişikliklerin; bir grup insanın diğer insanlara karşı gerçekleştirdikleri ve çeşitli büyüklükteki krallıklar ve devletlerin kurulmasıyla sonuçlanan devrimlerle ayaklanmaların; ister geçimlerini sağlamayı, isterse çeşitli bilim ve zanaat alanlarında ilerlemeyi düşünsün, insanların yürüttükleri çeşitli işlerle uğraşların; ve genelde toplumun kendi doğası gereği uğradığı tüm köklü değişimlerin yazılı kaydı.”

                                                                       İbn-i Haldûn (1332-1406)

İnsanın doğduğu andan itibaren bir topluma iştirak etmesi; olumlu ya da olumsuz o popülasyonun geçmiş bilincinin varisi olması, bugününde kendine bir yer bulmasıdır. Tarihçilerin amacı ise seçtikleri toplumun dönüşümlerinin izini sürmek, varolan “geçmiş duygusunun” doğasını analiz etmektir. Bu analizde kendi belirleyeceği yöntem ise tarihçiliğin salt belge tercümanlığından çıkıp-çıkamadığını gösterir. Önemli olan tarihçinin vardığı sonuçlarda, “geçmiş” diye tanımlanacak olguda; sayısız seçenekler üretip ve arasında savunusu/kabulü en yüksek seçimi yapabilmesidir. Bu araştırma esnasında ortaya çıkacak doğrulama usulleri ya da ortaya atılan yeni tez, kimi zaman bir episteme olarak kalırken, kimi zaman da aktif olarak mevcut soruna müdahele ederek bizzat sorun çıkaran ya da çözen bir disiplin haline gelebilir.
Tarihçilik mesleğinin ortaya çıkışı; ilk olarak milattan öncelere kadar uzanan kâtipçilik ile başlamıştır. Günümüzde “kâtip, zabıt kâtibi, sekreter, noter, arşivci, kütüphaneci ve çeşitli hesaplarla ilgili muhasebeci” gibi mesleklerle en geniş anlamda karşılaştırabileceğimiz “kâtipçilik”, tarihçilik mesleğinin başlangıcı kabul edilebilir.
Eski Mısır’da yazıyı icat ettiğine inanılan tanrı Thot’un, aynı zamanda kâtiplerin atası ve koruyucusu olduğuna inanılırdı. Kutsal bir iş olan kâtiplik, yüksek devlet memurluğuna sahip bir meslekti. Eski krallık döneminde (MÖ 2780-2280) en donanımlı eğitime sahip olan kâtipler, Orta Krallık döneminde (MÖ 2130-1600)  okullarda öğretmenlik görevi almışlardır. İlk evlerde başlayan bu eğitim dinin korunması amacıyla tapmaklara geçince kâtipler, aynı zamanda din adamı görevi de üstlenip, kendi meslektaşlarını da yetiştirmeye başlamıştır. Yeni Krallık zamanında giderek bilimin gelişmesi ile kâtiplerin el yazmalarında ve kopya işlemi sırasında hata yapmamaları için; edebiyat, geometri, coğrafya gibi dersler alıp, genel kültür edinmeleri sağlanmıştır. Kâtipçiliğin, dinin etkisinden arınması ve diğer bilimlerle etkileşimi sonucunda modern anlamda tarih yazılığının gelişimi bir sıçrama daha yaşamıştır. MÖ 6. Yüzyılda kâtipçilik yerini tarihçiliğe bırakışı; Yunan Tarihçi Plutarkhos’a (MS 46-120) göre, tarih bir arabadan iner gibi inmiş ve düz yazı sayesinde gerçeği mitlerden ayırmıştır.
İnsanoğlu, tarihin kendisi üzerine düşünmeye başlandığından beri süregelen ilk ve en önemli tartışma tarihin bir bilim olup-olmadığıdır. Bu tartışmanın geçmişi Aristo’ya kadar gidip, o tarihin özeli anlattığını; özelden ise bir bilim olamayacağını savunur. Aristo’nun bilim anlayışında ancak genelin bilimi olabileceği mantığı hakimdir. Tarihin bilim dışı bir disiplin olduğunu anlatırken eski yunan trajedilerini örnek verir; oradaki karakterlerin hepsi toplumda genel kabul edilen kişilik özelliklerinden birine sahiptir.( Aşk, kin, nefret….) Aristo’ya göre tarih anlatımında bu genel yargılardan bahsedilemediğine göre, tarih bir bilim olarak kabul edilemez.
Zaman geçtikçe amaçları tarihi değil, tarihi kullanarak yaşadığı zamanı, insanı, toplumu anlamak olan insanlar ortaya çıkmıştır. Bunların en önemli temsilcisi Nicholó Machiavelli’dir. O tarihsel analizlerden yararlanarak iktidarın ne olduğu,  nasıl oluştuğu, nasıl olunur/ korunur gibi konuların üzerinde durmuştur. Aynı durumu Aydınlanma düşünürlerinde de görmekteyiz, aralarında tarihle uğraşmayanlar olsa bile düşünsel sistemlerini tarihsel analizlere oturtarak oluşturmuşlardır.
            Tarih ve tarihçilik mesleği  17-18. yüzyıl Aydınlanma Çağı ve  19. Yüzyıl’dan itibaren diğer doğmuş veya doğmakta olan toplum ve insan bilimleriyle etkileşerek analizle, teoriyle yeniden şekillenmiştir. 17. yüzyıl, felsefede rasyonalizmin, sanatta klasizmin, ekonomide kapitalizmin kendini varettiği bir yüzyıl olup, tekrara düşmeden farklı şeyler üreten flozofların ortak noktası olan akıl ve rasyonalizmi  ön plana çıkarır. Orta Çağ tarih yazımındaki ana fikir olan Tanrı’nın tarihe şekil verdiği üzerine görüşler geçen on yıllar içerisinde etkisini kaybetmeye başlamıştır.
            Tarihin mantığı ve 20. Yüzyıl düşünürlerine gelince; Braudel tarihin, olayların bir kaydı olduğu fikrinin yanlış olduğunu savunur ve toplumsal bilimlerle tarihin birleşmesi gerektiğini anlatır. Tarih böylece daha bilimselleşerek, bütünlüğüyle toplumsal gerçekliğin, geleceğin ve geçmişin açıklaması olabileceğine inanır.
            Tarihin diğer disiplinlerle birlikteliğinin önemi, aynı zamanda bir toplumsal ilerlemeye katkısından bahsedebilmektir. “İlerleme” sözcüğünde en başta bir yolculuğun hedefine/fikrine gönderme yapılırken, zamanla yöne ve büyüklük bakımından ölçülebilir bir gelişme anlamıyla eş tutulmuştur. Tarih geçtiğimiz yüzyıllarda entelektüel yetileri gerektiren (başta bahsettiğim kâtipçilikten doğan tarihçilik anlayışı) bir bilim dalı değildi. Özellikle aydınlanma düşünürlerinden itibaren ortaya atılan “bu toplumu tanıyalım” hedefinin devamında gelen “ne yapmalı” sorularının çözümünde tarih ve diğer disiplinler birer aktör olmuştur. Günümüz tarihçisinin diğer beşeri bilimler ile bir bağ kurmadan, toplumsal kimliğinin de içinde bulunduğu bir entelektüel zekâya erişmeden üzerine durduğu konu sonucunda ortaya çıkan araştırma, Eski Ahit’te aşağıda vereceğim ayetlerindeki benzetmem ile gerek tarihçiyi, gerekse okuyucuyu gerçek dünyevi amaçtan uzaklaştırmaktan öteye gitmez.

“Git sevinçle ekmeğini ye ve iyi yürekle şarabını iç; çünkü Allah senin işlerinden çoktan razı olmuştur... Güneş altında sana vermiş olduğu boş ömrünün bütün günlerinde, bütün boş günlerinde sevdiğin karın ile bir boş hayat geçir; çünkü hayattan ve güneş altında harcadığın emekten payın budur.” (Vaiz Bab: 7 ve 9)
                  
                                                                                                           Miraçhan YILMAZ 

Okuma Listesi
(Not: Bu yazı tarih üzerine okumlarımdan oluşan kısa bir derleme/ değerlendirmedir.)
Antonio Gramsci, Modern Prens “Machiavelli, Siyaset Ve Modern Devlet Üzerine”, Dipnot Yayınları, Ankara, 2014
David Forgacs, Gramsci Kitabı “Seçme Yazılar 1916-1935, Dipnot Yayınları, Ankara, 2012
E. H. Carr, Tarih Nedir? (çev. M. G. Gürtürk),İletişim Yayınları, İstanbul, 1991
Eric Hobsbawm, Tarih Üzerine (çev. Osman Akınhay),  Bilim ve Sanat Yayınları, Ankara, 1999

Fernand Braudel, Tarih Üzerine Yazılar (çev. Mehmet Ali Kılıçbay), Doğu Batı Yayınları, Ankara, 2016

Eski Ahit, Kitabı  Mukaddes Şirketi, İstanbul, 1995
Taner Timur,  Felsefe, Toplum Bilimleri ve Tarihçi, Yordam Yayınları, İstanbul, 2011.

You Might Also Like

0 yorum