Uludağ Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Sezai Sevim Hocamız ile Tarihçilerin Kutbu’nu konuştuk.
Vak’a Dergisi:
Halil İnalcık Hoca’nın kişiliği hakkında neler söylemek istersiniz?
Hoca
çok çalışkan bir insandı. Türkiye’de tarih alanında akademisyenler içinde
herhalde az bulunan bir insan. Örnek verelim yaş 85-90 arasında Halil Hoca
Osmanlı Devleti’nin kurucularının arazide nasıl dolaştığını gezerek birebir
yaşayıp öyle kaleme almayı düşünen bir insandı. Öyle ki Osman Gazi’nin, Orhan
Gazi’nin yol güzergâhını, nerelere uğradığını, nerelerde otağını kurup
dinlendiğini, bunları hissederek arazide gezen bir insandı. Tarihçiler içinde
bu özellik çok azdır.
Bir
gezimizde hocayla birlikte Bilecik’in Pazar yeri ilçesi var. Eski Ermeni Pazarı
kazasıdır. Oradan İnegöl’e doğru geliyoruz, oradan da Domaniç’e çıkacağız. Hoca
yolda arabayı durdurdu. Arabada üç kişiyiz hoca, ben ve şoför.
—Burada
Osman Gazi durmuştur, dinlenmiştir bizde dinlenelim. Dedi.
Osman
Gazi kışladan yaylağa gidiyor. Yol güzergâhı üzerinde yaylak kışlak gidiş gelişi
sırasında da İnegöl tekfuru problem çıkarıyor. Onlardan bahsediyor bir taraftan
da hoca. Kulaca tekfuru da İnegöl tekfuruna destek veriyor. Bu sıkıntıyı
çözebilmek için Osman Gazi önce hemen İnegöl’ün yakınındaki Kulaca Kalesi’ni basıyor
bir gecede alıyor. Ve Kulaca Kalesi bir daha askeri bir mevki haline gelmesin
diye yaktırıyor. Bu yakıştan itibaren Kulaca Kalesi bugün nerede kimse
bilmiyor. Ama ben buldum İnegöl’deki sempozyumda sunacağım.
Yani
Halil Hoca yaylaya gidiş sırasında Osman Gazi burada dinlenmiştir büyük ihtimal
dedi durdu, oturdu dinleniyor. Sonra çıktık yola… Domaniç’e giderken yol
üzerinde bir tepeye çıktık. Tepede Arapoturağı dedikleri bir yer var,
anlaşılıyor ki kervancıların durak noktası. Yokuşun bittiği düze çıktığı yere
geldik, ondan sonra yol biraz aşağı inecek, Halil Hoca:
—
Büyük ihtimal Osman Gazi burada da dinlenmiştir. Dedi. Orada da oturduk.
Yani
hoca olayları arazide yaşayarak kaydetmeye çalışıyordu.
Vak’a Dergisi: Halil Hoca’nın ilmi hassasiyetine
örnek verir misiniz?
Halil
Hoca gittiği gördüğü yerlerde bugün yaşayan yaşlı insanlarında bilgisine müracaat
ederdi. Onlara bir kısım mevzi isimlerini, bölge isimlerini, yer adlarını falan
sorardı. Nereden çıkarıyor bunları? Bunları kroniklerden çıkarıyor. Mesela
Aşıkpaşazâde’den, mesela Neşri’den veya Anonim Tevârîh-i Âl-i
Osman’dan. Bir kısım yer adlarını neden yaşlı insanlara soruyor? Gençler bilmez
yaşlılar eski yer adlarını unutmamışlardır, onlar bilir diye onlara soruyor. Onların
verdikleri cevapları da kaydediyor. Halil Hoca kaydederken de eski harflerle
kaydediyor.
Hocam
eski harflerle not alıyorsunuz zor gelmiyor mu? Dedim.
—‘Sezaicim
bir insan ilk mektepte hangi harfleri öğrenirse o ona kolay gelir. Zorluğu falan
geç dedi. Zor falan değil dedi. Hatta seri yazmak istiyorsan bu harfler daha
kolay. Seri yazmada harflerin kuyruklarından bağlar bağlar gidersin’ dedi.
Doğru
bizim Osmanlı arşiv vesikalarındaki harfler öyle bağlamış bağlamış gitmişler birçok
yerde.
Halil
Hocayla iki hatıramı böylelikle size aktarmış olalım.
Vak’a Dergisi: Halil Hoca’nın akademisyenliğinden ve
bilim adamlığı karakterliğinden bahseder misiniz?
Halil
Hoca televizyonlara çıkmayı çok sevmezdi. İlla konuşacağım televizyonda,
programlar da açıklama yapacağım demezdi. Benim yazdıklarımı okusunlar yeter
derdi. Ancak yazdıklarını da okumak zor. Sizlere Halil İnalcık Hoca’yla bir
diğer hatıramı anlatayım.
Bir
gün Taraklı’dayız oturduk bir yere, Halil Hoca:
—
‘Sezicim benim 10 tane kadar yazımı bir araya getirmiş bir yayıncı yayınlamak
istiyor.’ dedi.
Baktım
1940 sonları, 60’ larda yazdığı yazılar. O yıllarda yazdığı yazıları bir yayın
evi toplamış yayınlamak istiyor. Yayınevi sahibi gelmiş, hocaya bunları
yayınlamak istiyoruz demiş. Halil Hoca baktım diyor, olur dedim. Yayınevi
sahibi: Hocam biz bunları yayınlayacağız ama yeni gençlik bu makaleleri okuyunca
anlamıyor onun için onlara tercüme edelim siz bunları tercüme ederek yayınlasanız
veya birisine tercüme ettirsek olmaz mı? Demiş.
—Sezaicim
dedi benim 50’lerdeki 60’lardaki yazılarım tercümeye muhtaç mı ki? Dedi. Türkçe
değil mi onlar? Sen okuyunca anlıyorsun değil mi? Dedi.
—Evet
hocam dedim ben okuyunca anlıyorum.
—Peki
nedir bu? Bugün ki nesil anlamazmış bunları yayıncı bana öyle dedi.
—Hocam
okuyunca anlamaları lazım ama dedim yani arada biraz fark var.
—Mesela?
Dedi:
—Şimdi
biz Arapça Farsça kelimeleri epey aşınayız. Bunlar Türkçe’yi istisna etti ya
atınca yeni kelimeler türettik yeni nesil yeni kelimeleri biliyor eskileri
bilmiyor. Siz dedim eskilerle yazıyorsunuz.1950 -60 da yazdığınız yazılar
önceki kelimelerle yazılmış. Belli ki makaleleriniz o yüzden yeni gençliğe okumak
da, anlamak da zor geliyor. Bir taraftan anlamını bilmediği kelime görünce
hocam bunlar çok ağır diyorlar, okumamak için soğuk duruyorlar.
—Ben
bu kadar anlaşılmaz mı oldum? Dedi.
—
Bu kelimeleri artınca sadece siz değil hocam eski kelimelerle konuşan herkesi
yeni gençlik anlamıyor. Dedim.
—Halil
Hoca: Bende yayıncıya dedim ki benim bu makaleleri ben tercüme edip onların
anlayacağı hale getireceğime veya birisi tercüme edip onların anlayacağı hale
getireceğine onlar çalışsınlar, bunları anlayacak hale gelsinler. Tercümeden
vazgeçtik dedim.
Olay
bu, yani bugün ki gençlik Halil Hoca’yı anlayamıyor. Halil Hoca’nın ‘Raiyyet Rüsümü’
diye bir makalesi var. Osmanlı Tarihi’nin 1700-1800’den öncesini çalışanların
hepsi bilir. O makaleyi bilmeden anlamadan o dönemin tarihçiliğini de
yapamazsınız. O makale şarttır yani.
Şimdi
ne yapacaksınız? Halil Hoca o makalelerin çevrilmesini istemiyor. Yeni gençlik
çevrilmesini istiyor. 50 yıl farkla birbirini anlayamayan iki kuşak. Aynı dili konuşuyor güya bunlar, dil Türkçe
ama birisi eski kelimelerle konuşuyor, birisi yeni kelimelerle konuşuyor. Varın
şimdi siz 100 yıllık durumda ne yaşanır, varın siz 200 yıllık durumda ne
yaşanır bir düşünün. O zaman bizim Türkçe’den, Arapça’dır diye Farsça’dır diye
kelime atmamızın dil üzerinde ve insanlar üzerinde nesiller arsındaki meydana
getirdiği uçurumu anlaşılmazlığı ve ürettiği problemi varın siz anlayın.
Şimdi
düşünün kelime atmak ne işe yarar ne kadar faydalıdır ne kadar zararlıdır. Bir
taraftan Halil Hocanın karakterine örnek bir olaydır bu, bir taraftan da Halil
Hoca’nın ilmi hassasiyetine örnektir. Birde tabi kelime atmanın dil üzerindeki
getirdiği sıkıntıların bir örneğidir bu.
Vak’a Dergisi: Teşekkürler
hocam…
Röportaj: Abdullah Mustafa Mirik / Seçkin Çavuşoğlu