Söyleşi

02:03


Uludağ Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Sezai Sevim Hocamız ile Tarihçilerin Kutbu’nu konuştuk.





Vak’a Dergisi: Halil İnalcık Hoca’nın kişiliği hakkında neler söylemek istersiniz?
Hoca çok çalışkan bir insandı. Türkiye’de tarih alanında akademisyenler içinde herhalde az bulunan bir insan. Örnek verelim yaş 85-90 arasında Halil Hoca Osmanlı Devleti’nin kurucularının arazide nasıl dolaştığını gezerek birebir yaşayıp öyle kaleme almayı düşünen bir insandı. Öyle ki Osman Gazi’nin, Orhan Gazi’nin yol güzergâhını, nerelere uğradığını, nerelerde otağını kurup dinlendiğini, bunları hissederek arazide gezen bir insandı. Tarihçiler içinde bu özellik çok azdır.
Bir gezimizde hocayla birlikte Bilecik’in Pazar yeri ilçesi var. Eski Ermeni Pazarı kazasıdır. Oradan İnegöl’e doğru geliyoruz, oradan da Domaniç’e çıkacağız. Hoca yolda arabayı durdurdu. Arabada üç kişiyiz hoca, ben ve şoför.
—Burada Osman Gazi durmuştur, dinlenmiştir bizde dinlenelim. Dedi.
Osman Gazi kışladan yaylağa gidiyor. Yol güzergâhı üzerinde yaylak kışlak gidiş gelişi sırasında da İnegöl tekfuru problem çıkarıyor. Onlardan bahsediyor bir taraftan da hoca. Kulaca tekfuru da İnegöl tekfuruna destek veriyor. Bu sıkıntıyı çözebilmek için Osman Gazi önce hemen İnegöl’ün yakınındaki Kulaca Kalesi’ni basıyor bir gecede alıyor. Ve Kulaca Kalesi bir daha askeri bir mevki haline gelmesin diye yaktırıyor. Bu yakıştan itibaren Kulaca Kalesi bugün nerede kimse bilmiyor. Ama ben buldum İnegöl’deki sempozyumda sunacağım.
Yani Halil Hoca yaylaya gidiş sırasında Osman Gazi burada dinlenmiştir büyük ihtimal dedi durdu, oturdu dinleniyor. Sonra çıktık yola… Domaniç’e giderken yol üzerinde bir tepeye çıktık. Tepede Arapoturağı dedikleri bir yer var, anlaşılıyor ki kervancıların durak noktası. Yokuşun bittiği düze çıktığı yere geldik, ondan sonra yol biraz aşağı inecek, Halil Hoca:
— Büyük ihtimal Osman Gazi burada da dinlenmiştir. Dedi. Orada da oturduk.
Yani hoca olayları arazide yaşayarak kaydetmeye çalışıyordu.
Vak’a Dergisi: Halil Hoca’nın ilmi hassasiyetine örnek verir misiniz?
Halil Hoca gittiği gördüğü yerlerde bugün yaşayan yaşlı insanlarında bilgisine müracaat ederdi. Onlara bir kısım mevzi isimlerini, bölge isimlerini, yer adlarını falan sorardı. Nereden çıkarıyor bunları? Bunları kroniklerden çıkarıyor. Mesela Aşıkpaşazâde’den, mesela Neşri’den veya Anonim Tevârîh-i Âl-i Osman’dan. Bir kısım yer adlarını neden yaşlı insanlara soruyor? Gençler bilmez yaşlılar eski yer adlarını unutmamışlardır, onlar bilir diye onlara soruyor. Onların verdikleri cevapları da kaydediyor. Halil Hoca kaydederken de eski harflerle kaydediyor.
Hocam eski harflerle not alıyorsunuz zor gelmiyor mu? Dedim.
—‘Sezaicim bir insan ilk mektepte hangi harfleri öğrenirse o ona kolay gelir. Zorluğu falan geç dedi. Zor falan değil dedi. Hatta seri yazmak istiyorsan bu harfler daha kolay. Seri yazmada harflerin kuyruklarından bağlar bağlar gidersin’ dedi.
Doğru bizim Osmanlı arşiv vesikalarındaki harfler öyle bağlamış bağlamış gitmişler birçok yerde.
Halil Hocayla iki hatıramı böylelikle size aktarmış olalım.
Vak’a Dergisi: Halil Hoca’nın akademisyenliğinden ve bilim adamlığı karakterliğinden bahseder misiniz?
Halil Hoca televizyonlara çıkmayı çok sevmezdi. İlla konuşacağım televizyonda, programlar da açıklama yapacağım demezdi. Benim yazdıklarımı okusunlar yeter derdi. Ancak yazdıklarını da okumak zor. Sizlere Halil İnalcık Hoca’yla bir diğer hatıramı anlatayım.
Bir gün Taraklı’dayız oturduk bir yere, Halil Hoca:
— ‘Sezicim benim 10 tane kadar yazımı bir araya getirmiş bir yayıncı yayınlamak istiyor.’ dedi.
Baktım 1940 sonları, 60’ larda yazdığı yazılar. O yıllarda yazdığı yazıları bir yayın evi toplamış yayınlamak istiyor. Yayınevi sahibi gelmiş, hocaya bunları yayınlamak istiyoruz demiş. Halil Hoca baktım diyor, olur dedim. Yayınevi sahibi: Hocam biz bunları yayınlayacağız ama yeni gençlik bu makaleleri okuyunca anlamıyor onun için onlara tercüme edelim siz bunları tercüme ederek yayınlasanız veya birisine tercüme ettirsek olmaz mı? Demiş.
—Sezaicim dedi benim 50’lerdeki 60’lardaki yazılarım tercümeye muhtaç mı ki? Dedi. Türkçe değil mi onlar? Sen okuyunca anlıyorsun değil mi? Dedi.
—Evet hocam dedim ben okuyunca anlıyorum.
—Peki nedir bu? Bugün ki nesil anlamazmış bunları yayıncı bana öyle dedi.
—Hocam okuyunca anlamaları lazım ama dedim yani arada biraz fark var.
—Mesela? Dedi:
—Şimdi biz Arapça Farsça kelimeleri epey aşınayız. Bunlar Türkçe’yi istisna etti ya atınca yeni kelimeler türettik yeni nesil yeni kelimeleri biliyor eskileri bilmiyor. Siz dedim eskilerle yazıyorsunuz.1950 -60 da yazdığınız yazılar önceki kelimelerle yazılmış. Belli ki makaleleriniz o yüzden yeni gençliğe okumak da, anlamak da zor geliyor. Bir taraftan anlamını bilmediği kelime görünce hocam bunlar çok ağır diyorlar, okumamak için soğuk duruyorlar.
—Ben bu kadar anlaşılmaz mı oldum? Dedi.
— Bu kelimeleri artınca sadece siz değil hocam eski kelimelerle konuşan herkesi yeni gençlik anlamıyor. Dedim.
—Halil Hoca: Bende yayıncıya dedim ki benim bu makaleleri ben tercüme edip onların anlayacağı hale getireceğime veya birisi tercüme edip onların anlayacağı hale getireceğine onlar çalışsınlar, bunları anlayacak hale gelsinler. Tercümeden vazgeçtik dedim.   
Olay bu, yani bugün ki gençlik Halil Hoca’yı anlayamıyor. Halil Hoca’nın ‘Raiyyet Rüsümü’ diye bir makalesi var. Osmanlı Tarihi’nin 1700-1800’den öncesini çalışanların hepsi bilir. O makaleyi bilmeden anlamadan o dönemin tarihçiliğini de yapamazsınız. O makale şarttır yani.
Şimdi ne yapacaksınız? Halil Hoca o makalelerin çevrilmesini istemiyor. Yeni gençlik çevrilmesini istiyor. 50 yıl farkla birbirini anlayamayan iki kuşak.  Aynı dili konuşuyor güya bunlar, dil Türkçe ama birisi eski kelimelerle konuşuyor, birisi yeni kelimelerle konuşuyor. Varın şimdi siz 100 yıllık durumda ne yaşanır, varın siz 200 yıllık durumda ne yaşanır bir düşünün. O zaman bizim Türkçe’den, Arapça’dır diye Farsça’dır diye kelime atmamızın dil üzerinde ve insanlar üzerinde nesiller arsındaki meydana getirdiği uçurumu anlaşılmazlığı ve ürettiği problemi varın siz anlayın.
Şimdi düşünün kelime atmak ne işe yarar ne kadar faydalıdır ne kadar zararlıdır. Bir taraftan Halil Hocanın karakterine örnek bir olaydır bu, bir taraftan da Halil Hoca’nın ilmi hassasiyetine örnektir. Birde tabi kelime atmanın dil üzerindeki getirdiği sıkıntıların bir örneğidir bu.
Vak’a Dergisi: Teşekkürler hocam…



           Röportaj: Abdullah Mustafa Mirik / Seçkin Çavuşoğlu


You Might Also Like

0 yorum