SULTAN II.OSMAN (GENÇ OSMAN)'IN KATLİ
14:10Akli dengesinin bozukluğu nedeniyle 26 Şubat 1618 senesinde 3 ay 4 gün sonra tahtından indirilen I.Mustafa'nın yerine Sultan Ahmed'in büyük şehzadesi ileride Genç Osman olarak anılacak II.Osman geçmiştir. Tahta oturduktan kısa bir süre sonra kardeşi Şehzade Mehmed'i öldürten II.Osman, Safavilerle barış imzaladıktan sonra, ordusunun başında Lehistan seferine çıkmış ve Hotin önlerinde müstahkem Istaburu 38 gün kuşatmasına rağmen kesin sonuç alamadan İstanbul'a dönülmüştür.II.Osman İstanbul'a döndükten sonra yeniçerilere çeki düzen verme veya yeni bir ordu kurma düşüncesine kapıldı. Tebdil-i kıyafet uygunsuz durumda yakaladığı yeniçerileri cezalandırıyordu. Suriye'de, Türkler'den ve Araplar'dan müteşekkil yeni bir ordu oluşturmak için hazırlıklar yaptığı hususunda devrin kaynaklarından bazı bilgiler varsa da, bunun mahiyeti tam olarak belli değildir.
Kızlarağası Süleyman Ağa ile Hocası Ömer Efendi genç padişahı hacca gitmek bahanesi ile İstanbul'dan ayırmaya teşvik ediyorlardı. Veziriazam Dilaver Paşa da bu duruma ses çıkarmıyordu. Ancak Şeyhülislam Esad Efendi padişahın bu hareketine şiddetle karşı çıkarak, "Padişahlara hacdan ziyade adalet ile hükmetmek gerekir. Kaldı ki bir fitne çıkması ihtimal dahilindedir" demiştir. (1)
Tuği'ye göre 18 Mayıs 1622'de kapıkulu sipahi bölükleri ve yeniçeriler hep birlikte At Meydanın'da toplandılar, "Padişahımıza Ka'be'ye gitmek namiyle Anadolu'ya götürmek isteyenleri isteriz ve padişahı Anadolu'ya gitmekten vazgeçirmek isteriz" diye ayaklandılar. Harem'de Darussaade ağası Süleyman Ağa, asker "kulluktan çıkmışlardır" diye padişahı Anadolu yakasına, Üsküdar'a geçirmek için tertibat aldı. Mısır ve Şam cündilerinin süvarilikte kapıkulu sipahilerini ve Anadolu'da sekbanların yeniçerileri tüfek atmakta geçtikleri ileri sürülüyor; kulların Hotin seferinde (1621) başarısız oldukları hatırlatıyor, kullar maaşlı "derinti, madrabaz" diye kötüleniyordu. Gerçekten de bu tarihte yeniçeri ocağına dışarıdan bir çok "şehir oğlanı" alınıyordu. Öte yandan padişahın kılık değiştirip pazar teftişlerine, bostancıbaşı Pir Mehmed Ağası ve yeniçeri ağası Yusuf Ağa kendisini sert önlemler almaya teşvik etmişler; meyhane ve "yasakcı odalar" da buldukları sipahi ve yeniçerileri dövdürüp taş-gemilerine koydurmuşlar. Bundan dolayı kullar padişaha can düşmanı olmuşlardı. Hotin Seferine (1621) katılan yeniçerilere dağıtılan 1000'er akça sefer parasını, sultanın sonradan gelen yeniçerilere vermemesi, onları padişah aleyhine çevirmiş; bu yüzden yeniçeriler savaşta gevşek davranmışlar. İşte padişahın Anadolu'da sekban-sarıcalardan bir ordunun başına geçme kararı bu nedenlerden ileri geliyormuş.
Anadolu'da tüfekçi sekban yazma haberi etrafa yayıldı. Bu arada padişahın tahtı ve hazineleri Üsküdar'a geçirilmeye başlandı. Saray iç-halkından bazıları, padişahın kararını yeniçeri ve sipahilere bildirdiler. Bunu duyan halk (kullar) Fatih Camii hareminde toplandı, oradan saraya At Meydanı'na (Sultan Ahmed Meydanı) geldiler, Divan'dan veziriazamın gönderdiği çavuş-başıyı taşladılar. Sonra her zaman yaptıkları gibi, hareketi Şeriat'la desteklemek için Şeyhülislam Esad Efendi'ye gidip fetva aldılar. Fetvada: "İslam padişahını azdırıp beytülmalın itlafına sebep olup padişahı hacca gitmek lazım değil iken, böyle fetret ve fitneye sebeb olanlara ne lazım gelir? Sorusuna müfti: "Fitne uyandıranlara katl lazım gelir" cevabını yazıp ellerine verdi. Böylece, fetvada padişahın kararı, "fetret ve fitne" sayılmakta, fetret (başsızlık, anarşi) ve fitne (kargaşa) çıkaranlara karşı harekete Şeriat hak veriyor, Padişahı bu yola götürenler için şer'an katl gereğide kabul olunuyordu.
Fetva ile At- Meydanı'na dönen elebaşılar, isyanı Şeriat'a göre meşrulaştırmış oldular. Sadrazam ve ocak ağaları tarafından gönderilen adamları taşa tuttular. Bu sırada donanma erleri de isyancılara katıldı. Padişahı bu yola sokan Hoca Ömer'i katletmek için aradılar, fakat bulamadılar. Ertesi gün toplanmak üzere dağıldılar. Bu zamana dek veziriazam ve şeyhülislam, padişahı kararından vazgeçirmiş bulunuyorlardı, fakat hocası Ömer Efendi kendisini bularak Kabe'ye gitme kararında direnmesine neden oldu (Hoca Sa'deddin'den beri hocalar genç padişahları kararlarında, en çok güvendikleri yakınları olarak desteklemekteydiler). Deneyimsiz padişah, "ziyade keyiflenip hacca gitmek inadına" ısrar etti. (2)
Genç ve heyecanlı, birazda hırçın ruhlu, fakat kavrayış ve tecrübesi noksan padişah, kendi menfaati gibi bütün bu devlet ve millet menfaatlerini de daha az düşünüyor. Bu hususların sebep olacağı ruhi halleri hakkıyla tahlil edemiyordu. Nihayet Sultan Osman, ileri gelen ulemeyı saraya çağırıp, Ulemaya: "Bu eşkıyayı kışkırtmak ve fitneyi ayağa kaldırmak sizin başınızın altındadır. Onlara yapacağımı size yaparım" cinsinden sert ve soğuk sözler söyledi. Huzuruna gelen ulema küskün bir halde dağılıp gittiler. Artık padişahla yeniçerilerin arası açılmıştı. Bu karşılıklı nefret hiç bir padişah zamanındakine benzemiyordu. Yeniçeriler bunun bir ölüm kalım meselesi olduğunu anlamışlar ve hınçlarını doğrudan doğruya padişahın şahsına yöneltmişlerdir. Aralarında toplanıp müzakereler yaptılar. İsyan ederek padişaha hacca gitmekten vazgeçmesini teklif ettiler. Kendisini böyle bir sefere teşvik eden devlet adamlarının da kellelerini istediler. Sultan Osman hacca gitmekten vazgeçebileceğini bildirdi. Fakat devlet adamlarını kellelerini vermek değil, kendilerini azil bile etmeyeceğini söyledi. Etrafındakiler rica ettiler. "Önce sizi keserim! Diye şiddetle reddetti." Bunun üzerine, yeniçeriler işi büsbütün azıttılar. Tam bir isyan ve kargaşalık içinde sarayı bastılar. Bu hareketlerine karşı ciddi bir önleme veya savunma tedbiri alınmadı. Çünkü bu işi yapabilecek yetkililer de padişaha karşı tam bir sevgi ve baglılık taşımıyorlardı. Ancak mahdut saray adamları bütün dairelerin kapılarını kapadılar. Yeniçeriler, akılsızlığı yüzünden tahttan indirilmiş olan Birinci Mustafa'yı aradılar. Dairesinin kapılarını kapalı bulunca duvarlara tırmanarak damına çıktılar. Bacadan aşağı adam indirerek Mustafa'yı iple bağlayıp yukarı çektiler. Alıp Orta Camii'ye , yani yeniçeri ortalarının kışlaları bölgesinde bulunan ve aşağı yukarı kendi ibadet yerleri olan camii'ye getirdiler. Orada ona biat ederek kendisini padişah tanıdıklarını ilan ettiler. Ulemadan ve devlet adamlarından bazılarına da zorla biat ettirdiler.
Bu sırada Sultan Osman durumun fecaatini anlamış ve telaş etmeğe başlamıştı. Sadrazamlığa getirdiği Mehmed Paşa, rütbe ve para vererek tatmin etmek üzere, kendisine Ağa Kapısı'na yani yeniçeri ağalığı dairesine gitmeğe teşvik etti. Sadrazamın bu hareketi isabetli değildi. Padişaha diş bileyen yeniçerilerin kurbanlarını ayaklarına götürmüş oluyordu. Fakat o da padişaha tam bağlı, kararlı ve karakterli bir insan değildi. Şaşkınlaşan Osman, teklifi kabul ederek sadrazamıyla birlikte Ağa Kapısı'na gitti. Henüz tayin ettiği yeniçeri ağası kendi adamı olmakla beraber umduğu neticeyi alamadı. Bilakis girdiği yerden çıkamamak gibi kötü bir duruma düştü. Tebdili kıyafetle kaçıp Üsküdar'a gitmek istedi, ona da muvaffak olamadı. Padişahın ağa Kapısın'da olduğunu öğrenen yeniçeriler gelip kendisini yakaladılar. (3)
Sultan Genç Osman'ın Öldürülme Emri
Valide Halime Sultan Başbakanlığa damadı Davut Paşa'yı getirmişti. Bu cahil ve zalim adam hemen Sultan Osman'ın en yakınlarının öldürülmesi fermanını almıştı. Birkaç dakika sonra saraylar basılıyor, suçsuz insanların başları gövdelerinden ayrılıyordu. Valide Halime Sultan bir ara damadını yanına çağırtmış, tarihe cinayetlerin en korkunçlarından biri olarak geçecek emri vermişti. Akıl hastası Mustafa'nın annesi. oğlunun uzun süre tahtta kalamayacağını biliyordu. Düşüncesi, bu cinayetten sonra, Birinci Ahmed'in öteki çocukları Kasım, Murat ve İbrahim'i de öldürmekti. Böylece saltanat makamı için ister istemez yalnız Mustafa kalacak, oda oğlu adına imparatorluğu yönetecekti.
Vakit öğleye yaklaşmıştı. Mayısın mavi ve parlak göğüne yükselen narin minarelerden ezan sesleri geliyordu. Bunlar, iki gündür İstanbul'da oluk gibi akan kanların manevi bedeliydi. Cinayetlerin en büyüğünü işleyecek eşkiya, şimdi sel gibi akan güruh halinde Orta Camiini doldurmuştu. Sultan Osman'ın ağalar arasında içeri girdiğini gören yeni padişah Birinci Mustafa, annesinin sımsıkı tuttuğu elini bırakmış, pencerenin demir parmaklıklarına yapışmıştı. Genç Osman bu manzara karşısında hazin hazin bakışını sallamıştı: "Görün hey derdimendler (zavallılar), demişti kimi padişah yapıyorsunuz. Vallahi neslin kesilmesine sebep olursunuz. Kıyamete kadar af dilemekten kurtulamazsınız." (4)
Sultan Genç Osman'ın Boğulması
Bölmenin ardında, Sultan Genç Osman'ın cesedini görmek hırsıyla yanan Mustafa'nın annesi, bir taraftan dengesiz oğlunu zaptetmeye çalışırken, bir taraftan da Davut Paşa'ya haber gönderiyor, neden hala kararsız davrandığını endişeyle soruyordu. Sonunda dayanamadı, Başbakan Davut Paşa'yı Yeniçeri Ağası Derviş Ağayı ve Cebecibaşını yanına çağırtarak şöyle dedi: "Bu yılan hemencecik öldürülmezse, vallah hepimizi harab eyler. Buradan sağ kurtulursa bizden sizden bir kimseyi sağ komaz. Cümleniz vasiyetinizi hazırlayın."
Akşam oluyordu. Köhne surların mazgalları arasında ateşli bir mayıs güneşinin batmakta oluşu görünüyordu. Ufuk, Osmanlı İmparatorluğunun başkentinde iki gündür dökülen kanların rengi kadar kızıldı. Yedikule surlarının gerisinde yeşil ve çiçeklerle bezenmiş ova göz alabildiğine uzanıyordu. Sokaklarda tek tük yeniçerilerin, atlı ağaların geçtiği görülüyordu. İsyancılar yağma edilen sarayın ganimetlerini paylaşırken, Sultan Mustafa tekrar saraya gidip Osmanlı İmparatorluğu tahtına oturuyordu. Aynı anda Orta Camiinde çevresi özenle kapatılmış bir pazar arabası çıkıyor, Yedikule'ye doğru ilerliyordu.
Başkan Davut Paşa ile Yeniçeri Ağası Derviş Paşa kafilenin önünde gidiyordu. Arabanın içinde bahtsız Sultan Osman ve yanında başkentin en kötü niyetli kişilerinden Kilindir Oğrusu vardı. Bu korkunç adamı Genç Osman'a (koruyucu) olarak verilmişlerdi. Sultan Osman kesin şekilde kararlıydı. Öldürüleceğini biliyordu, fakat bunların içinden bir kaçını devirmeden ve dövüşmeden can vermeyecekti.
Surun heybetli kapısı önünde araba ağır ağır durdu. Talihsiz Sultan Osman, 16. yüzyılda Osmanlı İmparatorluğunun gerileme sebeplerini her tacidardan önce kavramış olan bu cesur padişah, perişan kıyafeti, köhne sarığı, kızarmış gözleriyle kule kapısından içeri, yüksek taş tavanlı ve karanlık bir odaya girdi. Sultan Osman, elçilerin hapsedildiği büyük taş odaya konulmuştu. Kapılar, hayatla ölüm arasında ki kısa anı vurgularcasına gürültüyle kapandı. Korkunç ses zindanın karanlığında dalga dalga yankılandı.
Kapılar kapanır kapanmaz Vezir-i azam Davut Paşa, Kilindir Oğrusu, Cebecibaşı ve beş dilsiz, ellerinde yağlı kementlerle Sultan Osman'ın üzerine atılmışlardı. Osmanlı hanedanının kurucusu Osman Bey'den sonra O'nun adını tahta ikinci kere geçirten bu genç yiğit padişah, tek başına katil alayı ile boğuşmaya başladı. Kilinidir Oğrusunu devirdi, Cebecibaşıyı yumrukla yere serdi. Fakat hayalarına yapışan iki dilsizin baskısıyla yere yıkıldı ve boynuna dolanan kementlerin öldürücü cenderesi altında can verdi. İç parçalayıcı uzun bir bağrış, Osmanlı İmparatorluğunun yenilik hareketinin ve kurtuluşunun son nefesi halinde Yedikule'nin binbir faciaya tanık olmuş duvarlarında boğuk yankılar yaptı.
Yedikule Zindanları
Katillerden Cebecibaşı, talihsiz Sultan Osman'ın kulağını kesmiş ve Mustafa'nın annesine götürmüştü. Gece olmuştu karanlıklar içinde cılız bir ışık, yolu aydınlatıyordu. Genç Osman'ın cenazesi aynı arabayla yeni saraya götürülmüş, ertesi sabah da gizlice Sultanahmet Türbesine nakledilmişti. Şeyhülislam Esad Efendi, damadının cenazesine gelmemişti. Birinci Sultan Ahmed'in naaşının yıkanmasında bulunmayı reddeden Şeyh Mahmut Efendi, Üsküdarda'ki derğahından kalkıp gelmiş, cenaze namazını kendisi kıldırmış, böylece bu korkunç cinayeti lanetlediğini belli etmişti.
YAZAN: Tuğba VAMİN
DİPNOT
(1) Erhan Afyoncu, Sorularla Osmanlı İmparatorluğu, İstanbul: Yeditepe Yayınevi, 2010, s.285.
(2) Halil İnalcık, Devlet-i Aliyye Osmanlı İmparatorluğu Üzerine Araştırmalar II, Tagayyür ve Fesad (1603-1650): Bozuluş ve Kargaşa Dönemi, İstanbul: İş Bankası Kültür Yayını, 2009, s.167.
(3) Vasfi Mahir Kocatürk, Osmanlı Padişahları, Ankara: Edebiyat Yayınevi, 1965, s.210.
(4) Cemal Kutay, Şehit Tacidarlar (Genç Osman ve Üçüncü Selim), İstanbul: Posta Kutusu Yayınevi, 1977, s.27-29.
0 yorum